30 Kasım 2012

Uyku Alarmı

 
Bambinonun uyku düzeni tatilden geldiğimizden beri allak bullak oldu.
Bazı günler öğlen uyumuyor, geceleri ise 10 buçuk - 11'den önce yatağa girmiyordu.
Baktık olacak gibi değil, hiç bir şey yapamıyoruz akşamları.
Ne yaptıysak olmadı önce.
Babasıyla dışarıda enerji atmalar,
Evde enerji tüketmeler.
Yatmadan önce ılık sütler,
Uyku öncesi yavaşlama, sessizlik ve loş ışık ritüeli,
Banyo yaptırmak,
Yatmadan önce yemek yedirmek (tok olursa kolay uyur belki diye)...

Hiçbiri işe yaramadı.
Geçen hafta bir de şunu deneyeyim dedim ve bingo!
Telefonun alarmını kurdum.
İlk gece saat 10'a kurdum. Ki o saat bile Bambinonun uykusundan bir saat önce oluyor neredeyse.
Bambinoya dedim ki:
-Bak yavrum, birazdan uyku alarmı açalacak. Alarm çalınca uyku zamanı gelmiş oluyor. Işıkları kapatacağız, müziği kapatacağız, herkese iyi geceler diyip yatmaya gideceğiz.
Bana dedi ki:
- Yok, alarm çalmayacak (2 yaş sendromu belirtisi, her şeyin olumsuzunu söylemece)
- Tamam, eğer çalmazsa oyun oynamaya devam ederiz.

Sonra yine oyuna daldık birlikte. Kitap okuduk, lego oynadık, tramvay ve otobüs hikayeleri canlandırdık.
Saat 10'da alarm çaldı.
Dinledi Bambino.
Uzun uzun alarmı dinledi.
Ben de o dinlerken ışıkları söndürmeye başladım.
Radyoyu kapattım.
Bambino alarmla konuşmak istedi :)
Aldı telefonu eline "Alooooo" dedi uzun uzun.
Karşıdan cevap gelmeyince "Kapandı" dedi ve telefonu uzattı bana.

Sonra tıpış tıpış odamıza gittik.
Bambino itiraz etmeden yatağa yattı.
M.eme emdi ve sakince uyudu.

Bu kadar basitmiş!
Meğer Bambino bir sınır çizmemizi bekliyormuş.
Bu dönemin diğer bir özelliği: Ebeveyni denemek.
Kendi sınırlarını bilmek. Ebeveynin sınırlarını bilmek ve zorlamak :)
Olabildiğince sakin olmak ise anahtar nokta :)
Ne diyeyim, hepimize kolay gelsin!

Foto

DEVAMINI OKU

27 Kasım 2012

Meyve Sebzeleri Zehirden Arındırma Formülü

 
"Medeniyet tarımla başladı yine tarımla sona ereceğe benziyor. Genetiği değiştirilmiş ürünler, tarımda kullanılan pestisit ve herbisit gibi zehirli kimyasallar sadece toprakları mahvetmekle kalmıyor sağlığımızı da mahvediyor ve ekosisteme onarılması güç zararlar veriyor. Günümüzde bu kimyasallardan kaçış yok. Ne yiyeceğimizi ne içeceğimizi şaşırmış durumdayız.

Yediğimiz sebze meyvenin kalın kabuklu olanlarına bu zehirler giremiyor. Örneğin, kuru soğan, ceviz, fındık, kivi, muz, portakal gibi kalın kabuklu gıda maddelerini daha bir gönül rahatlığıyla alabilirsiniz. Tabii bunları yıkamadan soyarsak bıçak aracılığıyla içine yine de zehir bulaşmış oluyor.

Ama elma gibi meyveleri soyarak yersek kabuğundaki besin değerlerinden yararlanamıyoruz. Soymadan sadece yıkayıp yersek zehirleniyoruz.

Üzüm gibi kabuğu ince meyveleri,  bu zehirlerden nasıl arındırabiliriz? Nasıl dezenfekte edebiliriz?

İşte size formül:
Bir bardak su
Bir bardak sirke
½ limon suyu
Bir tatlı kaşığı kabartma tozu

Bunları karıştırın ve bir sprey şişesine doldurun. Meyve ve sebzelerinizi yıkadıktan sonra üzerine sıkın. Beş dakika bekleyin. Elmanızı kabuğuyla afiyetle yiyebilirsiniz. Marul, maydanoz gibi sebzeleri, üzüm, şeftali gibi meyveleri bu karışımın içinde beş dakika tuttuktan sonra gönül rahatlığıyla tüketebilirsiniz.
Afiyet olsun."
Kaynak
DEVAMINI OKU

23 Kasım 2012

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali 2012


Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali 5. yılında!


İlki 2008 yılında gerçekleşen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, 2012 yılında yine birbirinden ilginç
filmlerle sürdürülebilirlik konusunun farklı yönlerini irdeleyecek.

2012 Festivali, 29-30 Kasım tarihlerinde Beyoğlu'nda bulunan İtalyan Kültür Merkezi’nde ve 1-2 Aralık
tarihlerinde Karaköy'de bulunan Salt Galata'da gerçekleşecek. Bu seneki festivalde yine içinde yaratıcılık
ve çözüm barındıran birbirinden etkileyici filmlerle, konuşmacılar ve müzisyenlerle sürdürülebilirlik
kavramına ve dünyaya bütüncül bir bakış atacağız.

Günümüzde birçok birey ve kurum tarafından çokça kullanılan sürdürülebilirlik kavramının soyut ve
yoruma açık boyutlarına ışık tutan Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, neyin sürdürülebilir olduğu veya
olmadığına dair dünyanın dört bir yanından örnekler sunarak gerçek hikâyelerle ilham vermek amacını
taşıyor. Festivalin dikkate değer özelliği sadece filmleri ve filmlerin içeriği ile sınırlı değil. İzleyicileri,
konuşmacılar ve müzisyenlerle renkli etkinlikleri, bir buluşma zemini oluşturma işlevi, sürdürülebilirlik
hassasiyeti bulunan destekçileri ve düzenleme süreci açılarından da önemli bir örnek oluşturuyor.
Toplumun her kesimini bir araya getirerek birleştirici ve kapsayıcı olmayı başaran Sürdürülebilir Yaşam
Film Festivali'nde bir çiftçiyi, bir iş adamını, öğrencilerini toplayıp gelmiş bir öğretmeni, çocuğunun
gelecekte yaşayacağı dünyadan endişeli bir anneyi, akademisyenleri, aktivistleri yan yana otururken ve
fikir alış verişinde bulunurken görebilirsiniz.

Festivali gerçekleştiren Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi, çeşitliliğe değer veren açık ve esnek bir yapı
dahilinde yaşamı sürdürülebilir kılmak niyetiyle bir araya gelmiş bireylerin “yaşamı çoğaltacak” projeleri
kolektif olarak hayata geçirme amacıyla doğdu. Tamamen sivil bir oluşum olan Kolektif, film festivali gibi
"sürdürülebilir yaşam" konusuyla ilgili farkındalık arttırıcı çalışmaları, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi'nin
vizyonunu paylaşan bireyler ve organizasyonların desteği ve katılımıyla sürdürüyor.

Filmler:

A Passion for Sustainability / Sürdürülebilirlik Tutkusu, Agricoltori da Slegare / Çiftçilere Özgürlük,
Biophilic Design: The Architecture of Life / Yaşam Dostu Tasarım: Hayatın Mimarisi, Bonsai People – The
Vision of Muhammad Yunus / Bonsai İnsanlar – Muhammad Yunus’un Vizyonu, Cafeteria Man /
Yemekhanelerin Adamı, Carbon for Water / Su için Karbon, Delicios Peace / Lezzetli Barış, Education
For A Sustainable Future / Sürdürülebilir Bir Gelecek için Eğitim, Gundondu / Gündöndü, Indonesia's
Palm Oil Dilemma / Palmiye Yağı: Endonezya’nın İkilemi, Passive Passion / Pasif Tutku, Perma Kultcha,
Play Again / Yeniden Oyna, Sacred Economics / Kutsal Ekonomi, Sucumbíos Tierra Sin Mal / Sucumbíos,
Kötülüğün Olmadığı Yer, Seeds of Freedom / Özgürlük Tohumları, Surviving Progress / Kalkınmazedeler,
Switch / Şalter, Symphony Of The Soil / Toprağın Senfonisi, Taste The Waste / Çöpün Tadına Bak, The
Garden at the End of the World / Dünyanın Ucundaki Bahçe, The Light Bulb Conspiracy: The Untold
Story of Planned Obsolescence / Ampul Tuzağı: Kasıtlı Eskitmenin Anlatılmayan Öyküsü, The Man Who
Stopped The Desert / Çölü Durduran Adam, Waking The Green Tiger: A Green Movement Rises In China
/ Yeşil Kaplanın Uyanışı: Çin’de Yükselen Yeşil Hareket, Waste Not / İsraf Etme!, Watershed: Exploring
A New Water Ethic For The New West / Havza: Yeni Batı için Yeni bir Su Etiği Arayışı, Yasuni: A Wild Idea
/ Yasuni: Sıra Dışı Bir Fikir.

Ev Sahipleri:
İtalyan Kültür Merkezi ve Salt Galata

Festival Destekçisi:
Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği

Film Destekçileri:
Ökotek Çevre Teknolojisi ve Kimya Sanayi Ltd. Şti.
Avustralya Büyükelçiliği
British Council
L’Agence Française de Développement
Ariston Thermo Group

Hizmet Destekçileri:

Dinamo İstanbul (Tanıtım filmi desteği)
Katalist Tasarım Reklam ve Danışmanlık Limited Şirketi (Basılı materyal tasarım desteği)
OKI Sistem ve Yazıcı Çözümleri Ticaret Limited Şirketi (Basım desteği)
PRNET Medya Takip
N’PR Halkla İlişkiler

Ayrıca, işbirliğinden dolayı Yeşil Adımlar Çevre Eğitim Derneği’ne teşekkür ederiz.

Web: www.surdurulebiliryasam.org
Facebook: http://www.facebook.com/surdurulebiliryasam
Twitter: https://twitter.com/SYKolektifi
İletişim: info@surdurulebiliyasam.org
DEVAMINI OKU

22 Kasım 2012

Postcrossing - Kartpostallaşmaca

Zaman yönetimi konusunda kendimi geliştirmeliyim sanırım.
Günün nasıl geçtiğini ve yapmak istediklerimin çoğunu nasıl yapamadığını anlayamıyorum.
İpin ucunu kaçırdığım bloglar ve sosyal medyayı (twitter ve instagram; facebook'a çok takılmıyorum) bir yerinden yakalama umudum her geçen gün azalıyor.
Yaptıklarımız, gezdiğimiz yerler, Bambinonun yaşadıkları kaynayıp gidiyor arada.
Haftasonu ilk defa pipetten içmeye başladı mesela.
Bu ara ne kadar hassas olduğunun belirtilerini gösteriyor.
Dün bir konuda kızdım kendisine; "Anne bana kızdı" dedi. Ardından da ekledi: "Anne beni sevmiyor"
Uğraş dur şimdi.
Sonra uyku saatleri feci kaydı, gece 10'dan önce uyumuyor. Dünkü gibi huysuzluğu tutarsa 11'i geçiyor uyuması. Sabah da m.emeler yataktan kalkınca o da kalkıyor, uykusu olmasına rağmen.
Haftasonu İstanbul'daydık, ateş almaya gider gibi gittik geldik.
Bambino vapura, tramvaya, taksiye, arabaya bindi. Bayıldı tabi.

Büyüdükçe babasına daha çok düşkünleşmeye başladı. Baba ortamdaysa hemen oyun oynamaya başlıyorlar. Salonun ortasında kocaman tren rayları ve dört değişik tren var. Biri pilli, ses çıkararak gidiyor. Ses beni deli ediyor tabi bir yerden sonra ama kapanmıyor, Bambino uyuyana kadar dönüp duruyor tren.
Sabah uyanınca genelde ilk sözü "Baba anlatmaya devam et" oluyor. Her fırsatta diyor bunu. Babası da başlıyor Amsterdam ve Londra macrealarını anlatmaya. Bizimki aralarda katkıda bulunuyor, her ayrıntıyı hatırlıyor olması şaşırtıyor bizi.
Bir de babanın telefonundan Bambino resimleri ve videoları ile Londra'daki arkadaşı L. ile olan videoları var, çok kıymetli onlar. Her gün izliyor, bakıyor, seviniyor.
 Gelelim bu yazının ana konusu postcrossing e.
Kendisi ile Hilal vasıtasıyla tanıştım. 
Bambino adına kayıt oldum ve 2 kişiye postkart göndermek üzere başvurdum.
Değişik ülkelerden insanlara kartpostal gönderdiğiniz ve gönderdiğiniz sayıda kartpostala sahip olduğunuz bir sistem.
Çok eğlenceli.
Posta kutusunu açınca fatura ve reklam ilanlardan başka birşey almak çok güzel :)
Bambinonun profilini görenler doğal olarak ona uygun şeyler göndermişler sağolsunlar. Her türlü kartpostal kabulümüz diye yazmıştım profile :)
Yukarıda gördüğünüz postkartlar ilk ganimetlerimiz. Rusya ve Hollanda'dan.
Bambino büyüyünce kendisine vereceğim hepsini.
Üyelik ücretsiz.
Çocuğunuz için güzel ve keyifli bir anı.
Tavsiye ederim :)
DEVAMINI OKU

9 Kasım 2012

Tünel

Amsterdam'dan dönüşte uçağımız öğleden sonraydı. Saatler de geri alınınca hava karardı tabi kısa zamanda.

Bambino hava kararmadan önce uyuyakaldı kucağımda.

Gözlerini açtığında hemen camdan dışarı baktı. Her yer karanlık tabi.

- Anne, uçak tünele girdi!

dedi.

:)
DEVAMINI OKU

8 Kasım 2012

Gittik Geldik

 
1 haftalık Amsterdam ve 10 günlük Londra gezilerini sağ salim ama hastalanmış bir şekilde tamamlayarak yurda döndük. Dönüşte 4 gün rapor aldım, böylece Bambino ile 1 hafta daha geçirdim. Bu hafta da işe başladım. Ayaklarımın geri geri gittiğini söylememe gerek yok sanırsam. Tam da iyileşemedim üstelik. Bambino da antibiyotik almaya devam ediyor.

Amsterdam:

Hollanda'ya daha önce 2 kere niyetlenmiş, tüm rezervasyon ve bilet işlerini halletmiş ama son dakikada çıkan durumlar nedeniyle gidememiştik. Kısmet bu zamanda Bambino ile gitmek varmış.

Amsterdam çok rahat bir şehir, canlı ve nezih. Ben çok beğendim. Parkları, sokakları, insanları çok güzel.

Fotoğraf makinemizi yer kaplıyor diye götürmediğimiz için sadece telefonlarımızla fotoğraf çektik. Bir ara birkaç tanesini koyarım umarım buraya.

Uzun uzun Amsterdam'ı anlatmayacağım. Bence Amstredam'ı gezmenin en güzel yolu herhangi bir durakta tramvaydan inip serbestçe yürümek. Merkezde birçok yer birbirine çok yakın, yürüme mesafesinde. Haritalar gözünüzü korkutmasın, yürüyün. Yürüyerek keşfetmek çok eğlenceli. Yol üzerinde dekorasyon ve giyim ile ilgili birçok butik göreceksiniz merkezde. Otantik eşyalar, objeler, kıyafetler ilginizi çekecek, onlara bakayım derken vaktin nasıl geçtiğini anlamayacaksınız.

Ünlü Rijksmuseum, Van Gogh Museum ve diğer müzeler yolunuzun üzerinde olacak. Benim listemde bunların dışında Anne Frank House vardı. Her daim kuyruk olan bu evi gezmek için kapanış saatlerine yakın saatler daha uygun. Kalabalık fazla olmuyor ve gezmek daha rahat oluyor. Hele kucağınızda 2 yaşında bir bücür varsa :)

Bir de klasik kanal turunu tavsiye ederim. Benim gibi gezmek için fazla vaktiniz yoksa ama önemli yerleri görmek istiyorsanız tekne turu tam size göre. 75 dakika süren tur boyunca kulaklıklarınız takıp geçtiğiniz yerlerin tarihini ve özelliklerini dinleyebiliyorsunuz.

Ben kursta iken Bambino ile babası Antropoloji Müzesi, Bilim Müzesi ve Hayvanat Bahçesini ziyaret etmişler. Onun dışında parklarda vakit geçirmişler ve Concertgebauw denen bir konser salonunda klasik müzik konserine katılmışlar. Bambinonun uykusu geldiğinde tramvaya atlayıp çevreyi keşfetmişler. Bambino da bu sırada uyumuş (Bizimki pusete oturmadığı için yanımıza puset alıp yük etmedik, sling aldık ama ona da neredeyse hiç binmedi).

Bu arada Evin Delisi'nin evini ziyaret etme şansına sahip olduk. Tuba çok güzel parçalarla donatmış evini, yakın zamanda da bloguna birkaçını yazdı. Buradan bakabilirsiniz. Çok zevkli biri, evdeki her parça çok hoş ve birbirine çok yakışmış. Ben o eşyaları biraraya getirsem öyle olmazdı eminim. Onun elinde bir keramet var. Nitekim kendisinin yemekleri de çok güzel :) Kedisi Homie ise Bambino'nun gözdesi oldu.


Evin Delisi ile birlikte yaptığımız Amsterdam pazarı ve Loods5 gezileri ise Amsterdam'daki bonuslar oldu benim için. Amsterdam pazarından vintage örtüler, tahta oyuncaklar, hediyelik eşyalar ve yiyecek aldık. Loods5 ise İkea'nın daha kalitelisi türünden kocaman bir ev dekorasyon mağazası. Şehir dışında bir yerde ama ulaşım çok kolay. Çok beğendiğim ama getiremediğim birçok şey oldu oradan.

Amsterdam dışında gittiğimiz diğer bir yer de Zaanse Schans kasabası oldu. Evin Delisi ile birlikte gittik buraya da. Eski Hollanda evleri, geleneksel kıyafetlerini giymiş insanlar, yel değirmenleri, peynir ve tahta ayakkabı yapım mağazaları gibi turistik açıdan güzel düşünülmüş bir yer bu kasaba.

Amsterdam'la ilgili aklıma gelen birşey daha: Bisikletlerin yayaya üstünlüğü var bu memlekette. Karşıdan karşıya geçerken her bir yöne bakmanız gerekiyor, bisiklet geliyor mu diye. Çok hızlı sürüyorlar ve bazen agresifler. Yaya iseniz çok ama çok dikkatli olmanız lazım.

Bir de çocuklar yürümeye başladıklarıından itibaren pedalları omayan denge bisikletlerine biniyorlardı, o dikkatimi çekti. Londra'da ise her çocuğun scooter'ı vardı.

Londra: 

Amsterdam'da 1 hafta geçirdikten sonra 45 dk süren bir yolculukla Londra'ya vardık. İnsanoğlu kuş misali sözü tam da buraya uyacak :) 45 dk içinde iklim, konuşulan dil, insan yapısı, görgü kuralları bir anda değişiverdi.

Londra'ya gelince evimize gelmiş gibi hissettik. Sevgili arkadaşlarımız S. v O. ve kızları L.'nin evinde misafirdik 10 gün. L. Bambinodan 8 ay büyük, abla yani :) Bambino ile bazen iyi, bazen hırgürlü ama çokça sevgi dolu anlar paylaştılar. Bambino L. olmadığı zaman onu sordu devamlı. Nerede ve ne yaptığını bilmek istedi. TR'ye geldiğimizden beri de "L. buraya gelsin, özledim ben onu" diyor yavrucak! S. teyzesinin leziz yemeklerinden yedi, O. amcasının arabasında keyifle oturdu, L.'nin oyuncaklarını sıkça sahiplendi. Sayelerinde çok güzel vakit geçirdik.

Londra'nın benim için en güzel yanı dostlara kavuşma kısmı. Anne ve Bebişi ve tüm dostlarla (isim vermeden yazmak garip geldi, isim vermek de istemedim şimdi, onlar kendilerini biliyor nasılsa) yeniden görüşmek, kaldığımız yerden devam etmek çok iyi geldi bana. Gerçi son bıraktığımızdan bu yana herkes ürediği için ortamda yetişkinden çok çocuk vardı, onlardan vakit buldukça iki üç kelam etmeye çalıştık ama gönüller birdi ya, gerisi mühim değil. Dostluklarla anlam kazanıyor hayat, yoksa çok yavan herşey.

Bambino açısından Londra tam bir cennetti! Bir yandan dost meclisinin içinde oluşu, diğer yandan ücretsiz müzeler ve içindeki sayısız aktivite Bambinoyu inanılmaz geliştirdi. Kalabalığı, güzel insanlarla olmayı seviyor bizimki. Hele içlerinde abi-ablalar varsa süper :) Müzelerdeki deneyim ise muhteşem: Tamamen çocuklar için düşünülmüş mekanlar, aktiviteler, makineler, yemekler. Dışarıda geçirdiğimiz zamanın %90'ı müzelerdeydik diyebilirim. Bilim Müzesi, Doğal Tarih Müzesi, Ulaşım Müzesi ve Çocukluk Müzesi gittiğimiz müzeler oldu. British Museum'a da gittik ama orada çocuklar için fazla birşey göremedik. Bir müzede hiç sıkılmadan saatler geçirebiliyor insan ve bir günde ancak bir katı gezebiliyorsunuz, düşünün artık! Hele Bambino sevdiği birşey olursa defalarca bakmak, incelemek ve oynamak istediği için zamanın nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil. Acıkınca ev yapımı yemeklerin olduğu restorana gidip birşeyler yedik ve sonra yine ortamlara geri döndük. Son günlerde Bambino iyice aşmıştı kendini, müzeye girer girmez kendi kendine keşfedip bize dönüp bakmıyordu bile. Acıktığı ve uykusu olduğu halde bile keşfetmeye devma ediyordu. Londra'da yaşamak bu açıdan çok güzel. Ben Ankara'da haftasonu yapılacak fazla birşey bulamıyorum. Aktivite bulmak için resmen saatler harcıyorum, bulduklarıma da bir dünya para veriyorum. Üstelik bir kısmı o parayı da hak etmiyor, zamanı da. Londra'da o kadar çok şey var ki, hangisine gideceğinizi şaşırıyorsunuz. Ve müzeler gezmekle bitmiyor. Üzülüyorum bu duruma, hayat gereksiz bir mücadele içinde geçiyormuş gibi geliyor burada...

Londra'daki bir günü kendime ayırdım. Bambino ve kojo bizim Londra'da yaşarken oturduğumuz mahalleyi ziyaret etmeye gittiler. Sonrasında Greenwich'i ve Denizcilik Müzesini gezmişler. Ben de biraz alışveriş yaptım. LSE'ye gittim. Covent Garden'da takıldım. Oxford ve Regent Street'e gidecektim ama bir baktım akşam olmuş bile.

Su gibi geçen 17 günün ardından anavatana döndük. Hasta olarak! Bambino antibiyotiğer başlamak zorunda kaldı, ben de ilaç almadan atlatmaya çalıştığım için hala cebelleşiyorum öksürük ve gıcık durumları ile. Yine de hepimiz için güzel bir tatil oldu. Tatil öncesi yaşadığımız şeyleri unuttuk, zaman yaralarımızı sardı, değişiklik ve yeni yerler görmek hepimize iyi geldi. Hele Bambinodaki değişiklikleri görmek çok şaşırttı bizi. Belki vize süremiz dolmadan bir gezi daha yaparız o tarafa, kim bilir! :)

DEVAMINI OKU

4 Kasım 2012

Bambino 25 Aylık

Bambino 2 yaşına hızlı bir giriş yapmıştı, 2 yaşının etkilerini hissetmeye devam ediyoruz :)

Sözel yeteneği inanılmaz gelişti, çok uzun ve anlamlı cümleler kurabiliyor. Ciddi ciddi sohbet ediyor insanlarla.

İnsanlarla muhabbet açma konusunda oldukça cesaretli ve girişken. Bizi götüren ve hiç tanımadığımız bir şoföre "Murat Amca, benim arabalarım cebimde" ya da "Biz buraya uçakla geldik" diyerek dakikalar süren bir sohbete başlayabiliyor.

Londra'da gece bizi eve bırakan Murat Amcası ile bizi neredeyse hiç konuşturmadı. Devamlı bir konu açtı, devamlı konuştu. Murat Amcası ile konudan konuya geçtiler.

Kendini güvende hissettiği ortamda kendi kendine keşifler yapıyor, oynuyor. Bizi unutup 5-10 dakika kendi kendine oynama becerisi 2 yaşının bir getirisi sanırım. Çok şükür bugünlere.

Gerçi hala anneyi tuvalete bile göndermeyecek kadar yanında ve elinin altında istiyor.
Geceleri çok parçalı uyuyor. Gündüz uykuları tek ve kısa sürüyor.
Anne varsa m.eme ile uyuyor hala. Onlarla arası çok iyi :)

Ortamdaki her konuşmayı kaydediyor. Hep böyleydi bu, ama artık bunu hemen belli ediyor. Yeni bir kelime duyduysa hemen kullanmaya başlıyor. Çok dikkat etmek lazım.

Sevdiklerine içten bir şekilde sarılıyor, öpüyor. Çocukların bu saf yönünü izlemek çok ama çok güzel bir şey.

Yeşil rengi maviye tercih ediyor artık.
Arabalarla oynamayı seviyor.
Kivi, elma, muz, mandalina severek yiyor.
Sebze ile arası orta.
Süt, yoğurt ve peynir yemeye çok düştü son zamanlarda. Özellikle süt içmeyi talep ediyor. Kahvaltıda biz yerken peynir yiyor.

Ortamda kendinden büyük çocuk varsa onları taklit ediyor. Onlardan çok çabuk ve çok fazla şey öğreniyor.

Parka gitmeye bayılıyor.

"Hadi gel oyun oynayalım" diyor gelenlere :) Oyuncaklarını göstermeye başlıyor hemen :)

Duygularının üzerinde duruyorum daha çok. Ona nasıl hissettiğini soruyorum. Hissettiklerini doğru anlamlandırabilmesi için ortam yaratmaya çalşıyorum. Düşündüklerinden çok duygularını doğru adlandırması önemli benim için.

Çokça ev kazası yaşıyoruz. Kafasını çarpıyor, düşüyor, takılıyor. Hepsi normal.

Londra'dan geldiğimizden beri hasta. İlk defa antibiyotiğe başladı yavrucak. Onu da içmek istemiyor. İkna ederek içiriyoruz. Şırınga ile veriyoruz. Verirken gözlerini kapatıyor, ağzını açıyor yavrum :) Sonrasında da hemen su teklif ediyorum.

Bizimle konuşarak bir konu hakkındaki düşüncelerini anlatıyor. İkna etmemiz gerekirse sohbet ederek ikna ediyoruz. Sohbet etme kısmı çok güzel. Bazen fikri değişiyor, bazen değişmiyor.

Amsterdam'da hava 5 derece iken üzerinde sadece badi olmak üzere dışarı çıkmak istedi. Pantolon yok, çorap yok, ayakkabı yok, mont yok, hırka yok, sadece badi. Baktım ikna edemiyorum "Tamam" dedim, "Çıkalım". Giysileri yanıma aldım ve odadan çıktık. Asansörle aşağı indik. Lobiden geçtik. Otelin kapısından dışarı çıktık. Ayağını beton kaldırıma değdirir değdirmez "Anne beni al" dedi :) Ve oracıkta üstünü giydi.
Yaşayınca daha kolay oluyor bazı şeyleri yapması :) Hepimiz gibi.

3 hafta birlikteydik Bambino ile. Anne-babanın yanında olması büyük bir nimetti Bambino için. İnanılmaz değiştiğini gözlemledik. Büyüdü, akıllandı, serpildi. Çok şükür.

Ama hala işe gitmemi istemiyor. Ağlayarak ayrılıyoruz sabahları :(
DEVAMINI OKU

SOSYAL AĞLAR


İZLEYENLER

Blog Arşivi

HER GÜN MUTLAKA

NE ARADINIZ, YARDIMCI OLALIM?

Kişisel Blog

Copyright © Benden ve Bizden | Powered by Blogger
Design by Lizard Themes | Blogger Theme by Lasantha - PremiumBloggerTemplates.com