29 Kasım 2013

Lugano - İsviçre



Bellinzona'dan ayrılıp Lugano'ya doğru yola devam ediyoruz.
İtalyan bölgesindeki son durağımız burası.
Lugano ile İtalya'daki Como Gölü arası yarım saatlik mesafe ama Lugano'dan sonra Como'yu görmenin hiç çekici gelmeyeceğini öğrenince Como'yu gezi planından çıkartıyorum. Zaten Luzern'den sonra hiçbir göl bizi kesmiyor :P
Lugano'ya akşama doğru varıyoruz.
Hepimiz yorulduk, arabayı park edip Lugano Gölü'nün kenarına iniyoruz.
Pazar günü akşam saatleri, şehir oldukça sakin.
Gölün kenarında bir park bulup dinleniyoruz.
Gezeceğimiz yerleri yazan notlarımızı arabada brakmışız. Birimizin gidip alması lazım.
Ama karşımızda harika bir manzara var ki kimse manzarayı bırakıp gitmek istemiyor :)
Biz de aklımızda kaldığınca takılıyoruz :) 
Oturduğumuz park gezilecek yerlerden biriymiş zaten :) Adı Parco Civico.  Yerli halk, buraya “Parco Ciani” ismini veriyormuş. Parkın ilk kuruluş yılları, 1845 yılına kadar uzanıyor. Parkta aristokrat Ciani kardeşler tarafından ilk çalışmalar yapılmış ve nadir bitkiler, ağaçlar ve bazı ünlü sanatçıların heykelleri yerleştirilmiş. Burada rengarenk çiçekler var. Parkta, ayrıca bir de  müze bulunuyor: Güzel Sanatlar Müzesi. Bu müzede, geçici sergiler düzenleniyor.


  
Sırt sırta vermiş iki kişi - ahşap heykel

Birbirine sarılmış ağaç gövdeleri :)

Lugano'da dikkat çeken diğer noktalar:
Şehrin ana meydanı olan Piazza Della Riforma bölgesinde, buradaki kafelerin masaları yerleştirilmiştir. Burada oturup, tüm yorgunluğunuzu giderebilirsiniz. Meydandan, tarihi kent merkezine doğru olan üstü kapalı alışveriş caddesinde: birçok butik var. Via Nassa’nın güney ucunda ise bir kilise var.
Meleklerin Meryem’i Kilisesi: Burası, göl manzarası eşliğinde kurulu bulunan, Meleklerin Meryemi kilisesidir. Bu kilise muhteşem fresklerle süslenmiştir. En ünlü fresk dizisi: 16.yüzyıl başlarında, ünlü sanatçı Leonardo da Vinci’nin öğrencisi Bernardino Luini tarafından yapılmış olan “İsa’nın Çilesi” dir. Bu sanatçının eserleri bir çoğu, Leonardo’ya atfedilmiştir.
Lugano Katedrali: Burada, 1078 yılında bir kilise kurulmuş olup, 1888 yılında katedral olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yapı 1905-1910 yılları arasında, kapsamlı bir yenileme faaliyeti görmüştür. Yapının ana cephesi beyaz taştan yapılmıştır.
Museo Delle Kültür: Müzede sergilenen eserler ve objelerin toplanmasına 1967 yılından itibaren başlanmıştır. Müzenin bulunduğu, göl kıyısındaki yapı ise 1930-1934 yılları arasında inşa edilmiştir. Takip eden dönemde arkeologlar, antropologlar, sanat tarihçileri tarafından yönetilen felsefeciler, dilbilimciler, mısırbilimciler ve oryantalistler, bu konak evine yerleşmişlerdir. Müzede İsviçreli ve İtalyan sanatçıların ve koleksiyoncuların eserleri sergileniyor.
Lugano Üniversitesi: Bir kamu üniversitesidir. 1996 yılında kurulmuştur. Dört fakültesi bulunmaktadır. Üniversitede öğrenim gören öğrenci profili 2157 öğrencinin, yarısı civarı İsviçre ve kalanları, özellikle İtalyadan olmak üzere, diğer ülkelerdendir.
San Savatore Dağı: Şehrin manzarasını etkileyen bir dağ. San Salvatore dağının yüksekliği 912 metredir. Buraya fünikülerle çıkılıyor. Füniküler, 1890 yılında, buraya getirilmiş. Dağ zirvesinde 360 derece, panaromik göl manzarasını gözleyebilirsiniz. Gölde tekne turu yapabilirsiniz. Bu tekne turunda, kıyıdaki köylere yanaşılıyor ve bu köylerden bazıları ziyaret edilebiliyor.
Lugano'nun güneyinde ise Melide Kasabası var. Burada 100’den fazla ulusal anıtın küçültülmüş örneklerinin bulunduğu SWİSSMİNİATUR bulunuyor. Burası; 1959 yılından bu yana ziyaretçi kabul ediyor. Trenlere biniliyor. Trenler, tüneller ve  dağ eteklerinde ilerliyor ve bu ilerleyiş esnasında, muhteşem bir gösteri sunuluyor.


Akşam vakti gölde yüzen adam

Parktaki rengarenk çiçekler
 Asıl macerayı, Lugano'dan sonra kalacağımız yeri bulma sırasında yaşıyoruz. Hava kararmış ve ayarladığım ev, Bellinzona'nın bir dağ kasabasında. Bir yere kadar otobandan sürüp sonrasında ışığı olmayan tali bir yolda devam ediyoruz. Hepimiz yorulduk ve bir an önce eve ulaşmak istiyoruz. Kasabayı geç bir saatte buluyoruz ve evin olduğu sokağı görünce arabayı park edip sevinç çığlıkları atarak arabadan iniyoruz. Geldik sanıp sokak tabellasının altındaki eve doğru ilerliyoruz. Hatta nasılsa geldik diye gayet dağılmış vaziyetteyiz. Tam kapının önündeyken birimiz uyanıyor ve "Bu evin adı değil ki, sokağın adı, evin adı başka, bu ev değil!" diyerek son anda tanımadığımız bir eve dalmaktan kurtarıyor hepimizi. Kahkahalar atarak kelle paça arabaya geri biniyoruz. Bir yandan da gelememiş olmanın stresi var üzerimizde. Çünkü sokak bir yerde bitiyor ve tabelalar yok oluyor. En iyisi ev sahibini aramak diyip telefon ediyoruz ve yolu öğrenip eve varıyoruz, bir 10 dk içinde. Ama o halimiz gerçekten komikti. Yanlışlıkla tanımadığımız birilerinin evine dalıveriyorduk neredeyse :))
Kaldığımız ev öyle rahat öyle güzeldi ki. Hamam gibi sıcaktı evlerin içi. Bir iç mimarın dekore edip turizme açtığı evler tamamen orijinal halleriyle korunmuş. Anadolu evlerinin daha konforlu (Kaloriferli ve şömineli) halini düşünün, aynen öyle. O saatten sonra bir de yemek yapıp yiyoruz ama keyfimiz ve enerjimiz yerinde :)

DEVAMINI OKU

27 Kasım 2013

Bellinzona - İsviçre




Pilatus Dağı'ndan inip yola devam ediyoruz.
Hepimizi oksijen çarptığı için kısa sürede uykuya dalıveriyoruz.
Biz güzelce uyurken arabamız tünelden tünele giriyor.
Dağları delerek tünel yapmışlar, öyle uzun ama konforlu ki.
Bizim kaç yılda yaptığımız tek tünel Bolu tüneli, o da 3 km bile değil.
İsviçrelilerle aramızda en az 200 yıl var diye düşünerek ilerliyoruz..
Yollar kaymak gibi, tek bir yama ya da çukur yok.
Bizim paralı otobanlarda bile bakım onarım hiç bitmiyor.
Neyse, böyle kıyaslamalar ancak üzüntü veriyor, o nedenle daha fazla irdelemeyeceğim.

Ne diyordum, tünellerden geçiyorduk. Bir ara 17 km'lik bir tünele girdik. Git git bitmiyor mübarek.
Dışarı çıktığımızda ise ne görelim, her yer bembeyaz! İklim bir anda değişivermiş.
Meğer Alplerin tepesindeymişiz!
Neyseki yol ilerledikçe iklim yumuşamaya, kar örtüsü yok olmaya başlıyor.

İstikamet, İsviçre'nin İtalyan bölgesi.
Şimdiye kadar Almancanın hakim olduğu Alman bölgesindeydik.
Artık İtalyanca tabelaların olduğu İtalyan bölgesindeyiz. 
Biraz güneyi İtalya zaten :)

Bellinzona ilk durak yerimiz.
Şehir tipik bir İtalyan şehri havasında. 
Bol gürültü, daracık ve nispeten daha kirli sokaklar, büyüklü küçüklü düzensiz evler.
İtiraf edeyim, Luzern'den sonra hiç çekici gelmiyor hiçbirimize.
İtalya'nın güneyine gelmişiz gibi hissediyoruz.

Bellinzona'nın turistik olarak görülecek yerleri kaleleri. En çok ziyaret edilen üç tane kalesi var şehrin:
Castelgrande
Castelli di Bellinzona
Castello di Montebello


Şehrin merkezinde pazar kurulmuş gittiğimiz gün. Ev yapımı çörekler, peynirler, şaraplar, antikalar, ikinci el eşyalar, oyuncaklar, ne ararsanız var. Herkes güleryüzlü, gürültülü konuşmalar duyuluyor dört bir taraftan. İtalya'da gibiyiz :)
Sokak aralarından devam edip bir meydana varıyoruz. Burada çocuklar için şişme bir oyun alanı kurmuşlar. Tabi Bambino orayı ve bir sürü çocuğu görünce başka yere gitmek ister mi? :) Tamam, diyip ayrılıyoruz ekip olarak. Kojo ile ben Bambinonun peşinden pazar yerinde kalıyoruz. Diğer ekip kaleye gidiyor.
 
Kaleden Bellinzona şehri



Arkada diğer kale görünüyor

Tepede bir kale daha :)


Kararlaştırdığımız saatten daha erken geri geliyor diğerleri. "Niye erken geldiniz?" diyoruz. "Şato pek keyifli gelmedi, burası daha güzel" diyerek alışverişe başlıyorlar :) Sıcak ekmek ve güzel peynirlere daha fazla dayanamıyoruz :)

Bambino oyundan hevesini alınca ve tuvalet ihtiyacı baş gösterince önce tuvalete ardından arabaya gidip şehirden ayrılarak yolumuza devam ediyoruz. 
DEVAMINI OKU

24 Kasım 2013

Pilatus Dağı - Luzern - İsviçre




Luzern Gölü - teknelerin durduğu yer
Ertesi sabah Luzern'deki aslan heykeli anıtını ziyaret edip Pilatus Dağı'na çıkmak üzere yola koyuluyoruz. Luzern Gölü'nün güzel manzarası eşliğinde dağa çıkacağımız yere varıyoruz.
Pilatus Dağı'na çıkmak için alternatifler
Pilatus dağına dişli tren adı verilen fünikülerle çıkılabileceği gibi teleferikle de çıkılabiliyor. Rotamızın üzerinde füniküler vardı, biz de onu tercih ettik. Teleferikle çıkıldığında bir yerde aktarma yapılıyor. Diğer bir alternatif de tekne ile Luzern Gölü'nden gelip fünikülere binmek.

Pilatus dağı 2132 metre yüksekliğinde. Şansımıza hava öyle güzel, öyle güneşliydi ki, çok çok keyifli bir yolculuk yaptık. Tabi zirvede hava sıcaklığı düşüyor, tedarikli gitmekte fayda var.




Bindiğimiz fünikülerin özelliği, dünyadaki en dik eğimle giden dişli tren olmasıymış. Yer yer 48 dereceye varan eğim nedeniyle çok değişik bir deneyim yaşadık diyebilirim. Daracık yerlerden nasıl geçiyor, kavisleri nasıl dönüyor, nasıl o eğimle o hızda çıkabiliyor, akıl alır gibi değil. İsviçreliler yapmış yine yapacağını!

Manzara konusunda bildiğim kelimeler yetersiz kalır diye düşünerek bol bol foto ekliyorum.

Dağı yürüyerek tırmanan pek çok insan gördük yolda. Helal olsun diyerek gıpta ile baktık kendilerine! Tırmanış için 5 ayrı parkur varmış. Seç beğen al :) Daracık patikalardan yürünüyor ancak her yerden bilgi akıyor tırmanış sırasında. Tabelalar her türlü bilgiyi sağlıyor yürüyenlere.







Zirvede dinlenmek için kapalı alanlar mevcut. Güzel bir restoranı ve kafesi var. Saydığım kadarıyla 3 tane manzara terası vardı. Yürüyerek hepsine ulaşıp manzarayı değişik yönlerden izleyebiliyorsunuz.
Sağ ve sol tarafta iki manzara terası var. Ortadaki bina ise bir otel.

Fotonun çekildiği yer ise başka bir manzara terası :)
Luzern


Şansımıza İsviçre'nin milli müzik aleti horn çalan bir gruba denk geldik. İkibin küsür yükseklikte çalınan horn melodisi Alplerde öyle güzel yankılandı ki, kendimi Cennette sandım bir an. Öyle ilahi bir ses, öyle oksijen dolu huzurlu bir ortam. Hiç böylesini yaşamamıştım.


Bambino dişli treni çok sevdi. Ben de keyifle çıktığım için birlikte çok eğlendik. Fünikülerde bazı yerlerde küçük çığlıklar atan insanlar vardı. Neyseki Bambino hiç korkmadı ve zirvedeki karı görünce çılgına döndü. Kendisini kar küreme aracı ilan edip bütün karları küremeye başladı. Bere, atkı, eldiven, kalın giysiler nedeniyle uzun süre üşümedi. Benimle birlikte manzara teraslarına hiç korkmadan ve yorulmadan çıktı. Üstelik kar ve buz kaplı ve tek kişilik genişlikte olan daracık merdivenleri ikimiz de keyifle tırmandık. Turistler manzarayı bırakıp Bambinoyu çekmeye başladı bir ara :) Bir de bizimki tek kişilik merdivende sıra beklemekten sıkıldı bir ara ve attı kendini karların içine. Merdivenin yanındaki kar kaplı çayırlarda bata çıka zirveye çıkmamız görülmeye değerdi :)



Elinde batonlarla trekking yapanlar zirveye ulaştı bile :)

Bambino horn sesini duyunca yanlarına gitmek istedi ve aşağı indik dikkatlice. Horn konserini sonuna kadar tüm dikkatiyle dinledi ve sevdiğini söyledi :)

Dağ havasından ve manzaradan yeterince çarpılınca manzarayı içeriden izlemeye devam etmeye karar verdik. Birşeyler atıştırıp aşağı inen dişli treni bekledik.



İsviçre'deki en çok keyif aldığım deneyim bu oldu. Pilatus'u bir kez de yürüyerek çıkmayı çok isterim :)

DEVAMINI OKU

20 Kasım 2013

Luzern - İsviçre







İsviçre gezimizin en beğendiğimiz yeri Luzern oldu. "Gezdiğimiz yerlerden hangisinde yaşardık?" diye düşünüp puan verdiğimizde tüm katılımcıların açık ara ile Luzern'i tercih ettiğini tespit ettik :)))
Luzern Zürih kadar büyük bir şehir değil. Luzern, Rigi dağının eteğinin başka bir yüzünde, İsviçre‘nin en turistik şehirlerinden biri. Orta büyüklükte, şirin mi şirin, geceleri sakin ama keyifli geçen, tertemiz bir yer.
Göl, nehir, dağ, orman ne ararsanız Luzern'de var. Hem de hepsi elinizin altında. 
Manzaralar inanılmaz güzel. Cennet böyle bir yer olmalı dedik sıklıkla! Bazı kaynaklarda "Manzarası en güzel Avrupa şehri" olarak geçiyor.
Yapılabilecek doğa aktivitelerini say say bitiremedik :)
St Gallen'den yola çıkıp Luzern'e vardığımızda hava kararmak üzereydi. Arabayla panoramik şehir turu yapıp otelimize yerleştik. Biraz dinlendikten sonra şehri bu defa yürüyerek keşfetmeye çıktık. Merkezde her sokak köşesinde bir çeşme var. İsviçre'de bu çok yaygın. Kimi büyük, kimi küçük, çoğunun bir hikayesi olan çeşmeler. Binalar ise sanat eseri gibi. Otur, bütün gün seyret, o derece :)



Şehrin sembolü Reuss Nehri üzerindeki Kapellbrücke, yani Şapel Köprüsü. 1333 yılında yapılmış olan köprü insan eli ile yapılmış en uzun ahşap köprü olma özelliğine sahip. Tam ortadaki sekizgen yapıdaki Su Kulesi hapishane ve arşiv olarak kullanılmış. Köprüde yürürken tavanda 100 adet orjinal yağlı boya resim görüyorsunuz. 1993 yılındaki yangından sonra bir kısmı zarar görmüş olsa da tablolar onarımdan geçerek tekrar sergilenmeye başlamış. Tablolarda İsviçre tarihi, azizler ve kahramanlar resmedilmiş. Köprü gerçektende Luzern ile özdeşmiş romantik bir yapı. Dikkatli bakarsanız köprünün her iki yanındada yüzlerce kımızı sardunya bulunuyor. (İsviçre'de en çok gördüğümüz çiçek sardunyaydı bu arada. Ülke simgesi gibi birşey herhalde dedik. TR'ye dönünce gördüğüm sardunyalar daha da bir anlam kazandı :) )







Arka tepede görülen yer Gutsch Şatosu. Eskiden işkence şatosu olarak kullanılmış, şimdi ise bir restorant.

Kayalar içine oyulmuş dünyaca ünlü Löwendenkmal, yani Yaralı Aslan Anıtı da burada. Doğal bir kaya parçası oyularak oluşturulan anıt, Danimarkalı heykeltraş Bertel Thorwaldsen tarafından 1820’de yapılmış. Kırık bir mızrak ve koruma kalkanı üzerinde uzanan aslan Fransız Devrimi sırasında öfkeli halkın Tuileires Sarayını işgal ederek Kral 16. Lui’yi korumakla görevli çok sayıdaki (yaklaşık 700) İsviçreli muhafızı öldürdüğü katliamın anısına yapılmış. Aslanın yüzünde ölüm uykusuna dalan bir hükümdarın ifadesi var. Mark Twain bu anıtı gördüğünde şöyle demiş: "Dünyanın en hüzünlü kaya parçası."

Kalkandaki zambak çiçeği simgesinin anlamı: O dönemde İsviçreli muhafızlar Fransa için paralı askerlik yapıyordu, bu nedenle aslanın üzerinde yattığı kalkanda Bourbon'un kullandığı zambak çiçeği simgesi yer alıyor. Bu simge aynı zamanda 1992-1998 yılları arasında kullanılan Bosna Hersek bayrağında da yer alıyor. Nitekim bu çiçeğe Boşnak zambağı deniliyor. Ortaçağ'da varlık gösteren Bosna Krallığı'nın bayrağında da bu çiçek yer alıyordu. Fransız tarihçi Georges Duby'ye göre çiçeğin üç yaprağı Ortaçağ sosyal sınıflarını yani İşçi, Asker ve Dini görevlileri temsil ediyor. Bu simge Kanada'nın Fransızca konuşulan bölümlerinde, bazı Amerikan eyaletlerinde, Floransa'da da kullanılıyor. Aslan'ın yanında dik duran kalkanda ise İsviçre Bayrağı'ndaki şekliyle haç yer alıyor (Kaynak)



Luzern şehir merkezinin karşı kıyısına Luzern Gölü'ndeki teknelerle geçilerek, çeşitli trenler veya teleferiklerle tepelere çıkmak da mümkün. Bürgenstock, özellikle dağ gezintileri için oldukça keyifli bir alternatif ama böyle bir geziyi sabahtan planlamak gerekiyor, çünkü çıkmak, dolaşmak ve inmek ciddi zaman alıyor. Biz seçimimizi Pilatus Dağından yana yaptık.

Diğer dikkat çeken noktalar:
Fransisken Kilisesi
Değirmen Köprüsü (Spreuerbrucke)
Goethe‘nin yaşadığı ev

Luzern'e İsviçre'nin gizli başkenti diyorlarmış. Bu şehir ayrıca İsviçre halk kahramanı Wilhelm Tell'in de anavatanı. Efsaneye göre; 14. yy'in baslarinda, basit bir köylü, bir tirana baş kaldirma cesaretini gösterir. Habsburglarin temsilcisi Bailiff Gessler'i selamlamayi kabul etmeyen Tell, Gessler tarafindan, oğlu Walter'in başında duran bir elmayı okla vurmakla cezalandırılır.

Tell, ilk okla elmayi vurur; kendisine neden sadağına iki ok aldığı sorulduğunda, elmayı vuramaması halinde ikinci oku Gessler'e atmayi planladığını söyler. Cevaba sinirlenen Gessler Tell'i hapse attırır. Tell gemiyle şatonun zindanına götürülürken Vierwaldstattersee gölünde fırtına çıkar. Geminin batmasını engelleyecek tek kişi olan Tell'in bağlarını çözerler. Tell, gemiyi bugun Tellsplatte olarak bilinen yerin kıyısına getirir ve burada gemiden kacar. Ardından saklanarak Küssnacht bölgesinde tirana pusu kurarak öldürür ve ulusal halk kahramanı olur.
DEVAMINI OKU

SOSYAL AĞLAR


İZLEYENLER

Blog Arşivi

HER GÜN MUTLAKA

NE ARADINIZ, YARDIMCI OLALIM?

Kişisel Blog

Copyright © Benden ve Bizden | Powered by Blogger
Design by Lizard Themes | Blogger Theme by Lasantha - PremiumBloggerTemplates.com